The Golden Compass – Altın Pusula
Kültür YaşamYine her film yazısından önce yaptığım uyarıyı yapayım: Eğer filmi izlemediyseniz lütfen yazı içeriğindeki bazı detaylar için dikkatli olun. Her ne kadar bu konuda elimden geldiği kadar hassas olmaya çalışsam da illâ ki bazı bilgileri vermeden olmuyor.
Filmi izlemek için sinemaya gittiğimde bu filme gireceğim kesin olduğu halde nedense gözüm bir ara “Elizabeth: Altın Çağ” filmine takıldı. Durgun olduğunu tahmin ettiğim bu filme aslında sırf Cate Blanchett için bile gidebilirdim ancak dediğim gibi girmedim. Bir yandan da “Kabadayı” filmine takıldım, Şener Şen’i uzun zamandır izlememiştim. Fakat gidilebilecek o kadar çok film var ki, ne yazık ki insan bir tanesini seçmek zorunda kalıyor. Ben bir ‘fantezist’ olduğum için tercihimi Altın Pusula’dan yana yaptım. Tabi ki seçimimdeki tek ölçüt bu olmadı. Filmin kadrosuna baktığımda vasatın üstünde bir liste görmüştüm. Daniel Craig, Nicole Kidman, Eva Green gibi isimler izlemek için bana son derece cazip gelmişti zira üçünün de oyunculuğunu beğenirim. Bir de bunların üstüne zamanında yapılan “sinema tarihinin en yüksek bütçeli filmi” etiketi yapıştırıldığından görmek istedim. O zamanlar bütçenin 260 milyon dolar olacağı söyleniyordu. Ancak sanırım bütçe 250 milyon dolarda kalınca bu rekor şu an 258 milyon dolarla Örümcek Adam-3’e ait. Bütün bunlara ilaveten bir de film yapımını New Line Cinema alınca ortalık daha da şen şakrak olacakmış gibi düşünülüyor. Tüm bunlar bir araya gelince insanın beklentisi yüksek oluyor. En azından benzer kategorideki diğer filmler kadar zevk vermesini ümit ediyor insan. Fakat bu kadar şeye rağmen ortadaki sonuç : Vasat’ın biraz üstü. Devam edelim.
Bilmeyenler için söyleyelim, film aslında bir roman üçlemesinden uyarlama. Philip Pullman’ın 1995 yılında yazdığı “His Dark Materials” serisinin ikinci kitabının ismi “The Goldan Compass”, yani bizim filmimizin ecnebicesi ve aslı. Tabi film çevrilirken sanırım biraz harmanlama yapılmış. Sanırım diyorum zira kitabı okumadım. Kitap çok beğenilinenler arasında yüksek bir mertebeye sahip. Kitabın yayımlandığı ülke olan İngiltere’de bir ödüle sahip, ayriyeten son 70 yıl içerisindeki en önemli 10 çocuk romanı arasında gösterilmekte. The Observer gazetesi ise en iyi 100 roman sıralamasında 98. sıraya koymuş bu seriyi. Kitap dünya üzerinde 37 dile çevrilmiş ve 15 milyon kopya satmış. Görüldüğü üzere kitap da son derece başarılı. Alın size filmin beklentisini yüksek tutan bir başka ölçüt daha. Hal böyle olunca ben yönetmenin ismini ilk gördüğümde (Chris Weitz) biraz şaşırdım. Böyle bir hikâyeyi film karelerinde hayata döndürecek daha tecrübeli ve başarısını ispat etmiş bir yönetmen kullanmak varken neden kendisinin seçildiğini anlamadım, cevaba da bir başka yerde rastlamadım.
Oyuncu kadrosu için söylenecek pek bir şey yok aslında. Seçim olarak isabetli gibi geldi gözüme. Baş rollerde olacaklarını düşündüğüm(!) oyuncular konusunda aslında çok şüphem yoktu. Ancak sorun şu ki bu ilk film (evet ilk diyorum çünkü filmin devamı gelecek) için oyuncular kabiliyetlerini gösterecek vakit bulamamış. Bir görünüp bir kayboldukları sahnelerde ne yapmışlarsa yapmışlar. Daha çok esas kızımız olan Lyra Belacqua rolündeki Dakota Blue Richards’ı izleme fırsatı buluyoruz. 12.000 kişi arasından seçilmiş bu hanımefendi için bu elbette ki olması gereken şeydir bu, ancak yardımcı ve yan rollerdeki meşhurları da görmek istiyor insan. Nicole Kidman’ın ağırlığı biraz daha fazla hissediliyor. Kim ne derse desin bu kadın iyi rol yapıyor. Bürünmesi gereken role son derece iyi odaklanmış ve beklenen etkiyi vermiş. Ne yazık ki çok çok daha fazla izlemeyi umduğum Daniel Craig ise sanırım ikinci filmde düşünülmüş. Göründüğü kareleri toplasak 10 dk’yı geçer mi bilmiyorum. Aynı şey Eva Green için de geçerli. O nedenle bu ikiliyi izlemeyi umanlar çok fazla beklenti içerisine girmesinler. Daha çok küçük kızımız ve cinler (daemons yani filmdeki hayvanlar), bu paralel dünyada yaşayan diğer gruplar arasında cereyan etmiş olaylar.
Peki filmde ne eksik? Eğer yukarıdakileri eksik olarak kabul etmiyorsak bence en büyük eksiklik senaryonun (ya da hikâyenin diyelim) daha çarpıcı/etkileyici şekilde aktarılamamış olması. Mutlaka serinin diğer filmleri düşünülerek çevrilmiş ancak ilk film için sanırım bu büyük bir strateji hatası olmuş. Mesela, filmden çıkanlara “ikinci filme gitmeye kaçınız %100 kararlısınız” diye sorsak sanırım oran %40’ı geçmezdi. Ortada bütün bu beklentiye rağmen çıkan şöyle Yüzüklerin Efendisi, Karayip Korsanları, Narnia Günlükleri gibi filmlerin ilklerindeki tat hiç mi hiç yok ne yazık ki. Hal böyle olunca insan büyük bir eksiklik hissediyor film çıkışında. “İşte, hafta sonu izlenebilecek, eğlencelik bir film” havasından öteye gitmiyor yorumlar.
Ancak söylemeden yapamam, filmdeki modellenen hayvanlar fena değildi. Ayrı bir sempatim olan kutup ayılarını konuşuyor görmek ilginçti :)
Son bir not olarak, hikâye ve sahibi için zamanında “dine gizli eleştiri gönderileri yapıyor (Hristiyanlık)” tartışması yapılmış. İnsan biraz da olsa filmde de bunu hissediyor.