Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi – The Curious Case Of Benjamin Button
Kültür YaşamGünümüzde herhangi bir konuda yeni bir şey söyleyebilmek zor. Yeni bir film yapmak, yeni bir kitap yazmak, yeni bir beste yapmak zor. Halihazırda yapılmış olanları çağrıştırmaması ve tasarımın özgün olması çok zor. Sanırım, Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi ilk olarak bu konuda tuhaf; çünkü yeni bir şeyler söylemeyi başarabilmiş bir film.
Esas itibariyle F. Scott Fitzgerald’ın 1922’de yazdığı hikayesine dayanmakta ve sinemaya Eric Roth tarafından uyarlanmış. Yönetmen David Fincher de filmin hakkını her zamanki gibi vermiş.
Her şeyde olduğu gibi sinemada da emek olmadan yemek olmuyor. İçim son derece rahat olarak söyleyebilirim ki Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi’nin her karesine epey emek harcanmış ve bunun karşılığını da muhtemelen hem seyirci ilgisi hem de ödüller bağlamında görecek. Halihazırda 13 dalda Oscar’a aday ve çoğu kategoride en güçlü rakip olmuş durumda.
Buradan sonrası “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi” hakkında spoiler tabir ettiğimiz bilgiler içermektedir.
Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi oldukça iddialı bir yapım; ancak dikkat çekici bir konu olarak film, hayata bütüncül bakmayı başarmış olsa da seyircisinin gözüne bir takım didaktik öğeleri sokmaya çalışmamış. Aksine her yaşın kendine özgülüğünü, her yaşın ayrı güzelliğini olduğu gibi kabul etmiş ve bizlere tam da olduğu gibi aktarmış. Bunun en güzel örneği, Benjamin’in (Brad Pitt) ortayaşın biraz üstü yaşlarında kendisine göre hala oldukça genç kalan Daisy’i (Cate Blanchett) ziyaretindeki genç Daisy’nin tavırlarına yıllar sonra ölüm döşeğindeki Daisy’nin yorumunu verebiliriz: “Babasının öldüğünü söylemeye gelmişti. 23 yaşındaydım. Umrumda değildi.” İşte filmin güzel tarafı bu: “23 yaşındakiler! Sizlere sesleniyorum, sevdiklerinize karşı daha duyarlı olun!” dememiş film. 23 yaşında olmanın verdiği mutluluğun ve gençliğin sarhoşluğuyla dans etmenizin daha yerinde olduğunu söylemiş.
Bana yine de filmde “orta yaş”a övgü varmış gibi geldi. Tüm doğallığıyla yaşlı ve genç olmanın gereklerini izliyoruz.Yaşlılığını önceden yaşamış olan Benjamin, “yaşlı olmakta bir sorun yok” demesine diyor tabii ki; ama içten içe hissediyoruz ki ne gençliğin verdiği hoyratlık ne yaşlılığın verdiği fiziksel kısıtlar… Orta yaşın dinçliği ve olgunluğu ile saklanmalı belki hayat. Bunun için tam da olması gereken zamanda aynı “an”da buluşuyor başrol karakterleri. Birbirilerine her dönemde ve her görüşte aşıklar; ama doğru zamana yine de inanıyorlar. Hatta Daisy, eskiden de Benjamin’e aşık olmasına rağmen, bir zamanlar aşk için “çok genç” olduğunu itiraf edebiliyor. Gerçekten de çevremize baktığımızda bu duruma oldukça sık rastlarız. Kaç kere duymuşuzdur, gençlik yanlışlarının çok zaman kaybına yol açtığını. Neyse ki film boyunca birbirlerinin yanlış zamanına denk gelen Benjamin ve Daisy’nin aynı zamanda kalabildiği bir süre oluyor da biraz rahatlıyoruz.
Film öğretici olmada iddialı değilse de, “birlik” ve “bütüncül bakış” açısından oldukça başarılı. Özellikle insanın özünde “bir yetenek” ya da bir “hediye” olduğunu açıkça anlatabilmiş. “Kimi insan dans etmek için, kimi insan resim yapmak içindir; kimileri de düğmelerden anlar.” Çeşitliliği göstererek, bu çeşitliliğin birliğe referans olduğunu ve olanın olduğu gibi kabul edilmesini söylemiş. Bu durumda zamanın geriye ya da ileriye akmasının bir anlamı da aslında kalmamakta. Yaşama, akan “dakika”lar olarak değil; akan “an”lar olarak bakabilmeliyiz. Filmin bilgeliği tam da burada.Çünkü dakikalar ileri ya da geri aksa da, “an”lar hep bizimle olacaktır.
****Brad Pitt ve özellikle Cate Blanchett’in oyunculuklarından çok güzelliklerinden bahsetmek geliyor içimden. Orta yaşın tüm güzelliği ve olgunluğu ile filme bu kadar iyi oturan ve birbirine bu kadar yakışan başka iki oyuncu düşünemiyorum. Gerçekten de gençliğin hoyratlığının ve yaşlılığın zorluklarının arasındaki köprüde “orta yaş”taki insan gençliğin kaybı için hayıflanmamalı asla. Dakikalar ileriye akıyor. Bu kesin. Biz sadece “an”da mutlu olarak, dakikaları daha uzun yaşayabiliriz. Sanırım Pitt ve Blanchett de kişisel olarak bu sırra ermiş şanslı oyunculardan. Filmde ve gerçekteki yaşlarını düşünerek; kendilerini “yaşsız” olarak nitelememiz çok mümkün duruyor.
Filmdeki tek zayıf nokta, Benjamin’in gençleşirken yani aslında yaşlanırken niye Hindistan’a gittiğidir. Burda yeniden doğuşa bir referans verilmiş; ancak konu geliştirilemeden yarım bırakılmış ve bir yere bağlanamamış. Yaşlanan ve kendini bulan her olgun insan Hindistan’a mı gitmelidir? Olgun olmanın yolu hep Hindistan’dan mı geçmelidir? Bu noktayla beraber, çeşitlilik ve olduğu gibi kabul olguları çok başarıyla işlenmişse de; eksik kalan nokta çeşitliliğin bütünleşme noktasıdır. Benjamin Button, önce yaşlı sonra genç olan bir adam olarak; “bütünlüğe” daha net bakabilse, film tam olarak felsefe bağlamındaki yerini bulacaktı. Fakat yine de filmin durduğu yer, sinemada yepyeni ve çok başarılı bir yer.
Son olarak, (Selvi Boylum Al Yazmalım’a referansla), “sevgi emektir” diyen ve Benjamin’i büyüten annesinin lafını anmak istiyorum:
“Hayatta bizi neyin beklediğini asla bilemeyiz.”
Film, sinemada izlenmeye ziyadesiyle değecek bir film. Kaçırmadan izleyiniz.