Masumiyet Filmi

Kültür Yaşam

Masumiyet

1997 yapımı bir Zeki Demirkubuz filmi Masumiyet. Aslında filmden çok, bir tokat olarak düşünülse de çok tuhaf olmaz.

Masumiyet nasıl ki çoğu insan için çok farklı şeyler ifade ediyorsa, bu film de anlayanın yeteneği doğrultusunda kişileri çok farklı çağrışımlara götürecektir. Fakat temelde kişilere dürüstlük ve kader konularını düşündürecektir.

Buradan sonrası Masumiyet filmi hakkında spoiler tabir ettiğimiz bilgiler içermektedir.

Film boyunca, son derece “vazgeçmiş” ve bu özelliklerinden dolayı “güçlenmiş” olmalarına rağmen; “kabullenmiş” olmalarından kaynaklanan “boşvermiş”leri izliyoruz. Bu karakterler sıradan insanlar için şüphesiz ki sınırda duran karakterler. Çoğu insanın gündelik hayatta gözünü kapayıp geçtiği, gerçekliklerinin son derece farkında olsalar da gerçekleşmemesini diledikleri olasılık gibiler. İnsan bu güçlü karakterlere elbette ki acıma bile hissetmekte zorlanabilir. Çünkü vazgeçmişlikleri ölçüsünde bir o kadar sahiplenmekten uzak ve yere sağlam basan kimseler.

Film boyunca izlediğimiz onca yanlışa, keşke öyle olmasa dediğimiz onca haksızlığa göz yumabilmemiz ve isyansız şekilde izlemeyi sürdürmemiz için, şunu fark etmeliyiz ki; pis ya da dipte görünen birçok şey aslında kişileri korkusuzluğa ve bu da eğer kötülükle beslenmezse yenilmezliğe götürecektir. Hayattaki anlamların çift ve karşılıklı olmasından ve birliğe oturmasından dolayı, izlerken şunu da fark ediyoruz ki, genel kanıya göre hakir görülen bir fahişe bile cevapladığı sorular bakımından hakir görenlerden çok daha üstte olabilir. İşte Uğur (Derya Alabora) da tam olarak böyle bir kadın. İlk bakışta yargılanabilen, fazla sert ve boşvermiş, fazla profesyonel ve soğukkanlı, fazla sürünmesini kendine borçlu olan, genel tabir çerçevesinde namussuz olarak yaftalanabilecek bir karakter. Hayatta nasıl ki kişileri konumlandırmada bir takım şeyler insanoğluna tuzak oluyorsa, Uğur’u tanımlamak için tüm bu izlediklerimiz de öyle bir tuzak. Gerçek Uğur son derece bilge ve vakıf bir kadın. Vakıflığı da kaderine bir göz atmışlığından kaynaklanıyor.

Aslında denemiş ve çabalamış, sevgiyi bilmiş ve görmüş, bağlanış şekli yanlış; ama bunu değiştirmenin imkânsız olduğunu idrak etmiş.  Aşktaki yanlış yönelimin insanoğluna neler yapabileceğini yıllarca her bedeli ödeyerek öğrenmiş. Bunu değiştirmeye çalıştığı yıllar da olmuş ki, evlenip, bir ara fahişelikten kurtulmaya çalışması kaderden kaçması için yeterli olmamış. İşte aşk için bu kadar eziyet çekip çektirdikten sonra, bilgeliği pisliğin tam ortasında ve kader çizgisinin üzerinde yürürken bulmuş.

Aynı şey Bekir (Haluk Bilginer) için de geçerli. Peşinden sürekli gittiği kadının peşinden niçin sürekli gittiğini bilmeden; bunun dışında bir yol bulamayacağını idrak etmiş. Sahiplenme duygusundan uzak olmaya, aşık olduğu kadını başkalarıyla paylaşmaya razı olmaya yaklaşacak kadar “aşırı” bir sevginin peşinde hayatını heba etmiş. Sahiplenmemeyi tam olarak becerememiş elbette; ama en azından bunun yoluna çıkmış, bunu denemiş. Aşkın tüm dünyayı değiştirme olgusu kimilerine imkânsız, fazla romantik gelebilir. Bu film bize bunun gayet doğal ve gayet romantizmden uzak olarak gerçekleşebileceğini çok iyi anlatıyor.

Filmde söylenen her söz bizi doğrudan “kader” kavramının kucağına taşıyor. Örneğin, Bekir’in Uğur’un karşısına dikilip “gitmeyeceksin” diye haykırdığı sahnede, o kadar netlikle cevap veriliyor ki, sanki bu değişmez kaderin en kestirme anlatımı: “Yol bu, ya bunu çekersin; ya da defolur gidersin.”  “Vur ulan istiyorsan” diyen Uğur da o kadar vazgeçmiş ki; ne Bekir ne de bir başkası onun iradesini bükebiliyor. Bekir de yeteri kadar kendinden vazgeçememiş olmasından ve yeteri kadar kabullenip yürüyememesinden dolayı Uğur kadar güçlü değil; bunun bedelini de canıyla ödüyor.

İşte filmin tılsımı burada başlıyor ve insan başlıyor düşünmeye; ya senin için seçilmiş olan, bir başkası için hayatını ve ruhunu mahvetmek, her şeyi bırakmak olsaydı? Ve bunu değiştiremeyeceğin kesin olsaydı? Her şey sahiden çok mu kötü olurdu? Yoksa çaresizlikten dolayı her şeyden vazgeçmiş olmanın verdiği güç, hepsinden önce ve üstün mü gelirdi? İnsanların düşük ve acıklı olarak nitelediği şeyin gerçekten öyle olduğunun bir ispatı var mı?

Filmde ilk bakışta en masum insan görünümünde olmasına rağmen, Yusuf (Güven Kıraç), filmdeki en büyük suçu işlemiştir ve kendi ruhunun deneyimsizliğine bakmadan, kendisinden çok daha ötede bulunan bir ruha aşık olmuştur. Üstelik de göründüğü gibi saf bir aşk değildir bu. “Abla” deyip de aslında niyetini bozması, Uğur’un her dediğini sorgusuz yapması ancak   fark etmeden çıkar sağlama güdüsünü devreye sokması, yanlış şeyleri gördüğünde müdahale edecek güç bulamaması, bu karaktere temkinle yaklaşılması gerektiğini öğütler bize. Bekir’in ettiği hakaretler bile Uğur’a daha kaldırılabilir gelir Yusuf ‘un sözde saf aşkından. Bunun nedeni, Bekir’in birisi için her şeyi feda etmenin nasıl bir şey olduğunu deneyimlemesinden kaynaklanan üstünlüğüdür.

Uğur’a göre basitçe sevmekte kaynak bulan suç, olmayacak duaya amin demek, kendisinden çok üstün bilgiye sahip bir ruhu sahiplenmeye çalışmak; cisme ilişkin hayallere dalmak, hayatı terk edecek büyüklükte bir sevgiden ve onun eziyetinden habersizken, bedene duyulan şehvetten ibaret. Uğur, Yusuf’un “aşk sandığı” duygusunu öğrendiğinde öfkeden deliye dönüyor; çünkü biliyor ki onun kendisi gibi bir ruha hükmetmeye ve benliğini terk etmeye gücü yok; aşkının yeteneği şehvet duymakla ve onu kendinin yapmakla ilgili hayallerle sınırlı. Uğur’un verdiği şiddetli tepki, filmin en can alıcı ve en düşündürücü noktasıdır. Bu kadar saldırgan tepki vermesinin nedeni de hiçbir zaman sevgili olarak göremeyeceği Yusuf’u kendi çektiklerini çekmesinden korumaya çalışması. İşin aslı da dürüst bir karakterin, kendisine eş görmediği birisinin sıradan ilgisine, hakimi olamadığı ruha ve yüksekliğe haybeden sahip olmaya çalışmasına vermesi gereken tepki de budur. Sadece basit insanlar başkasının basit ilgisinden hoşnut olur; çünkü bu hoşnutluk karşıdakinin senelerce eziyet çekmesine göz yummak demektir.

Filmde masum olan tek bir kişi varsa o da şüphesiz Çilem’dir.(Melis Tuna) Başkalarının hataları yüzünden doğuştan sağır ve dilsizdir. İlk başta haksızlık olarak algılanan bu duruma yakından bakınca, aslında öyle değildir; çünkü öyle bir ortamda sağır olmak onun en büyük şansıdır. Belki de ilerde masumiyetini koruması için temel dayanağı, olan bitenden habersiz olmasıdır. Sevgide bile hata, engelde bile bir yarar söz konusu olabilir.

Filmin sonu da zaten tamamen kader yanlısı ve tesadüf karşıtı bir söylem içeriyor. Karakterlerin geçmişini anlatan ikinci filmin isminin “Kader” olması da, tesadüf değil elbette.

İnsanları dünya gözüyle yargılamadan önce, seçimleri kimin yaptığından emin olmak gerekir. Filmin kıssadan hissesidir.

“İnsan bir yaşa kadar her şeyi kendi seçti ve yaptı zanneder, fakat bir yaştan sonra anlar ki yol zaten çizilmiştir ve kişiye onun üzerinde yürümek kalır.”                                                                                                                                                                                      Susanna  Tamaro                                                                                                                                                              24.01.09/03.30

comments powered by Disqus