Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street

Kültür Yaşam

Kar yağar bazen acıların üstüne, örter, gizler. Unutur insanlar, hatırlanmaz sanırlar. Gün gelir yağmur yağar, rüzgâr olur, dağıtır o beyaz libası ve altındaki gerçek ortaya çıkar, insanlar hatırlar. Acının asıl sahibidir derinden etkilenen, diğerleriyse birer figüran. Öderken birileri bedelini, susuzluğu dinmez, içtikçe susar, susadıkça öder vebalini.

Evet, Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street bu tema üzerine kurulu diyebiliriz. Kısacası unutma, affetme! Yazıya başlarken hemen belirtmeliyim ki film müzikal türünü sevmeyenler için itici gelebilir. Benim içinse güzel bir deneyim oldu. Tam bir Tim Burton ve Johnny Depp hayranı olduğumdan, bu ikiliyi uzun süredir izlemediğimden, vizyona girmeden önce bir kaç tane olumlu yorum yazısı okuduğumdan film benim gözümde 3-0 önde başladı. Bu nedenle hakkaniyet sınırları içerisinde bir değerlendirme yapmam mümkün değil, kısacası yorumum objektif olmayacak.

Biraz hikâyenin temelinden bahsedelim. Sweeny Todd 1750 civarlarında İngiltere’nin Londra şehrinde, zamanın fakirliği ve çürümüşlüğünün göbeğine doğmuştur. Berber çırağı olarak başladığı meslek hayatına hırsızlık suçundan ötürü henüz çocuk denilebilecek bir yaşta, daha 14 yaşındayken ara verir. Cezasını çektikten sonra geriye döner, kıskançlığından ötürü ilk cinayetini işler ve izini kaybettirir. Daha sonra Fleet caddesinde bir berber dükkânı açar ve icraatlarına burada da devam eder. Suçunu gizlemek içinse Bayan Lowett isimli bir dulla beraber görünür ve ahaliye olan bitenleri hissettirmez. Bayan Lowett’in hikâyedeki önemli bir diğer rolü ise, Todd’un öldürdüğü kişilerin etlerini, yaptığı böreklerine malzeme yapması ve bunları bir güzelce satmasıdır. Todd’un takriben 160 kişiyi katlettiğinden bahsedilmekte. Bunu yapmak için kullandığı malzemeler elbette tıraş yaparken kullandığı değerli koltuğu ve en iyi dostları olan usturaları. İşi bittikten sonra koltuk bir anda geriye doğru katlanır ve kurbanımız bodrum katına düşer, bir başka deyişle böreklere malzeme olacağı ve pişirileceği yere. Zaten Todd’un yakalanmasına da burası neden olmuştur: Çürümüş et kokusunun yayılması!

Hikâyenin doğruluğu elbette tasdik edilemiyor. Maziye bakarsak böyle yüzlerce masalsı öykü görürüz. Fakat bu hikâyenin gerçekliğini yaptığı araştırmalara dayanarak, ısrarla savunan bir yazar var; Peter Haining. Ortada böyle güzel bir malzeme olunca bir çok uyarlamaya sahne olmuş. En başarılı olanı diyebileceğimiz ise 1973’te yazar Christopher Bond’un hikâyeyi biraz daha dramatize ederek ortaya koymuş olduğudur. Benjamin Barker isimli bir vatandaş burada suçsuz yere hapse girer, 15 yıl yattıktan sonra karısı ve kızının intikamı için Sweeney Todd olarak geriye döner. Tam Hollywoodluk bir hikâye! Ancak her ne hikmetse kimse el atmamış, bir istisna var diyebiliriz. 1979 yılında Bond’un hikâyesi Steven Sondheim tarafından Broadway için bir müzikal haline getirildi ve çok da takdir gördü. İşte günümüzdeki Tim Burton uyarlamasının temeli bu Broadway müzikalidir.

Evet, hikâyeden kısaca bahsettikten sonra biz günümüzdeki uyarlamaya dönebiliriz. Bir çok insan şu konuda mutabıktır ki, Tim Burton son derece kaliteli bir yönetmen, Johnny Depp ise bir o kadar başarılı bir oyuncudur. Burton’ın müzikal deneyimleri daha önce de olmuştu. Corpse Bride ve Charlie and the Chocolate Factory gibi filmler en güzel örneklerdir. Haliyle Burton türün tamamen uzağında bir yönetmen değil. Fakat böyle bir hikâyeyi müzikal olarak sinema dünyasına taşımak cidden risk isteyen bir olay. Ya çok silik kalacak ya da ciddi bir başarı olarak addedilecekti. Etraftaki eleştirilere bakacak olursak olan şeyin tam bir başarı olduğu su götürmez bir gerçektir. İrili ufaklı bir çok eleştirmen filme tam not verdi. Rotten Tomatoes’da aldığı 86 ve Metacritic’deki 83, IMDB’deki 8.1 puan ise bu başarının nasıl perçinlendiğinin en güzel tasdikçisidir.

Film henüz başlarken üzerinde taşıdığı kasveti ve kanı görebilmemiz mümkün. Burton usta benim görebildiğim kadarıyla ilk defa böyle bir açılış gerçekleştirdi. Hemen belirteyim ki film oldukça kanlı ve çocuklar için kesinlikle uygun değil. Biz yetişkinler olarak doya doya boğaz kesilme sahnesi izliyoruz yani, ciddi anlamda doygunluk veriyor :) Burton’ın en sevdiğim yanlarından biri filmin geçtiği mekâna ve hikâyenin kendisine göre atmosferi biz seyirciye son derece iyi aktarmasıdır. Film başlar başlamaz insan Londra ve genel olarak İngiltere’nin o zaman dilimine has olan fakirlik, kokuşmuşluk ve çürümüşlük, insanlar arasındaki sınıf uçurumu gibi olguları hemen hissediyor. Filmin ilk şarkısındaki Sweeney Todd’un dudaklarından dökülen sözler de bunu dillendirmekte. Bir tarafta dünyaya umutla bakan ve bu çerçevede Londra’ya en güzel şehir olarak gören toy bir genç, diğer tarafta hayatın şamarını yemiş, görmüş geçirmiş ve değişim geçirmiş Todd. Tabi ki film boyunca atmosferi Todd’un gözünden izlemekteyiz.

Böyle bir filmin temelinde aslında atmosferden ziyade ortaya çıkan iki önemli unsur vardır ki bu iki unsur filmin kotarılıp kotarılmadığını belirler: Oyunculuk ve şarkı söyleyebilme yeteneği! Tim Burton oyuncu seçimi için çevresindeki en yakın iki insanı kullanmış. Birisi hem yıllardır beraber çalıştığı hem de en kadim dostu olan Johnny Depp, diğeri ise hayat arkadaşı Helena Bonham Carter. Hiç uzatmadan söyleyeyim ikisi de mükemmeldi. Aslında Depp’e şaşırmadığım kadar Carter’a da şaşırmadım diyebilirim. Depp hayranlığım bir tarafa Carter’ı da severim. Tim Burton ve Johnny Depp ile yapılan bir röportajda Burton Depp için “konuşmadan bir çok şeyi ifade edebilen oyuncu” mealinde bir tanımlamada bulunuyor. Sırf bu nedenden ötürü bazen bu ikili kafa kafaya verip beraber yaptıkları filmlerdeki bazı metinleri çıkartıyorlarmış. Haliyle Depp mimikleri, oyunculuğun gerektirdiği duruşu be bakışları son derece iyi yerine getiren bir oyuncu. Carter ise filmde bu başarının ikiz kardeşini oynuyor sanki. Her bakışı her ifadesi yerli yerindeydi. Öyle güzel uyum sağlamışlar ki, filmin o buruk atmosferi içerisinde oyunculukları ve şarkıları su gibi akıp gidiyordu.

Evet şarkılar. Film müzikal olduğundan en büyük kozlardan biri şarkılar ve bu şarkıların icra edilmesi. Oyunculardan sadece iki kişinin (Johanna’yı ve dilenci kadın) eğitimli şarkıcı olduğunu düşünürsek filmin aldığı riski daha iyi anlarız sanırım. Carter yaklaşık 3 ay eğitim almış sadece bu rol için. Depp ise kendi evinde inzivaya çekilip hazırlanmış. Kendisinin gitar çaldığı malum ancak şarkı söylerken kimse şahit olmamış pek. Zaten Burton ve Depp ikilisi proje başlangıcında oldukça merak içindelermiş. Şaka gibi başlamış. Burton Depp’e projeyi gönderdiğinde “harika” yorumu yapılmış, ancak ardından gelen “Eee acaba şarkı söyleyebilecek miyim” sorusunun cevabını o an için kimse bilmiyormuş. Filme baktığımızda ise cevabı biliyoruz: Mükemmel. Her ne kadar Depp’in sesinin Sweeney Todd için daha az derin kaçtığını söyleyenler olsa da genel düşünce olumlu yönde. Depp iyi söylediği kadar, söylerken şarkıların anlamlarını ve ana uygun olarak duyguları seyirciye iyi yüklüyor, bu nedenle iyi bir oyuncu zaten. Hakeza Carter da aynı şekilde söylemiş şarkıları. Filmdeki diğer oyuncular da hiç göze batmadan aynı bu ikili gibi işlerini iyi yapmışlar. Bir müzikalde olması gereken şarkı zevkini seyirci doyasıya yaşıyor. Özellikle Sweeney Todd’un filmin başında usturalarına kavuştuktan sonraki sergilenen oyunculuk ve adeta bir ayin kıvamındaki intikam yemini görmeye, izlemeye ve dinlemeye değer. Bu sahneye ilaveten rakip berberle görüşmeden önceki atışma sahnesi ve yargıcın elinden kaçmasından sonraki sahneler de not alınması gereken türdendi. Burton usta filmde benim çok hoşuma giden bir şey daha yapmış. Karakterlerin duygularını ve anlatmak istediklerini objelere yüklemiş ve bunlar üzerinden şarkılar icra edilmiş. Örneğin Sweeney Todd’un usturuaları, Bayan Lowett’in börekleri, Johanna’nın kafesi. Aslında filmin genelinde bu yatıyor. Doğrudan değilde üstüne anlamlarlar yükleyerek, alttan alta mesajlar gönderilmekte. Kara mizah ustası olan Burton’ın bunu uygulamadaki başarısı su götürmez bir gerçek. Örnek vermek gerekirse Bayan Lowett’in insan etlerinden elleriyle hazırladığı böreklerden sonra lokantasının tıka basa dolması ve diğer insanların bu börekleri yemedeki iştahı nasıl da inceden inceye göndermelerle dolu.

Harika bir Tim Burton filmi. Sizi o müthiş atmosfere taşıyan, eski filmlerdeki ikonik karakterleri görebileceğiniz, çok iyi oyunculuk performanslarını izleyebileceğiniz, harika şarkılar dinleyebileceğiniz, eğer bu türden bir şeyler izlemediyseniz iyi bir deneyim olacak, zihninizin bir köşesinde mutlaka kendisine yer edinecek bir film Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street.

comments powered by Disqus