Arşiv: sinema

  • 2008 Oscar Ödülleri 24 February 2008

    Kazananların açıklanmasına saatler kala geç de olsa ufak bir değerlendirmeyle beraber tahminlerimi aktarayım. Akademiyi anlamak ve seçeceklerini tahmin etmek çok güç. Kendileri senelerdir mutlaka bir yerlerde ilginç tercihler yapıyor, böylelikle hiç akıllara gelmeyen sonuçlar çıkabiliyor ortaya. Mesela benim için Tim Burton ve Johnny Depp’in hala heykelcik sahibi olmamaları bile Akademiye içten içe nefret duymama yetiyor da artıyor bile. Bu nedenle yazıda Akademi muhalifliği göreceğinizi anlamışsınızdır.

  • Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street 17 February 2008

    Kar yağar bazen acıların üstüne, örter, gizler. Unutur insanlar, hatırlanmaz sanırlar. Gün gelir yağmur yağar, rüzgâr olur, dağıtır o beyaz libası ve altındaki gerçek ortaya çıkar, insanlar hatırlar. Acının asıl sahibidir derinden etkilenen, diğerleriyse birer figüran. Öderken birileri bedelini, susuzluğu dinmez, içtikçe susar, susadıkça öder vebalini.

    Evet, Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street bu tema üzerine kurulu diyebiliriz. Kısacası unutma, affetme! Yazıya başlarken hemen belirtmeliyim ki film müzikal türünü sevmeyenler için itici gelebilir. Benim içinse güzel bir deneyim oldu. Tam bir Tim Burton ve Johnny Depp hayranı olduğumdan, bu ikiliyi uzun süredir izlemediğimden, vizyona girmeden önce bir kaç tane olumlu yorum yazısı okuduğumdan film benim gözümde 3-0 önde başladı. Bu nedenle hakkaniyet sınırları içerisinde bir değerlendirme yapmam mümkün değil, kısacası yorumum objektif olmayacak.

    Biraz hikâyenin temelinden bahsedelim. Sweeny Todd 1750 civarlarında İngiltere’nin Londra şehrinde, zamanın fakirliği ve çürümüşlüğünün göbeğine doğmuştur. Berber çırağı olarak başladığı meslek hayatına hırsızlık suçundan ötürü henüz çocuk denilebilecek bir yaşta, daha 14 yaşındayken ara verir. Cezasını çektikten sonra geriye döner, kıskançlığından ötürü ilk cinayetini işler ve izini kaybettirir. Daha sonra Fleet caddesinde bir berber dükkânı açar ve icraatlarına burada da devam eder. Suçunu gizlemek içinse Bayan Lowett isimli bir dulla beraber görünür ve ahaliye olan bitenleri hissettirmez. Bayan Lowett’in hikâyedeki önemli bir diğer rolü ise, Todd’un öldürdüğü kişilerin etlerini, yaptığı böreklerine malzeme yapması ve bunları bir güzelce satmasıdır. Todd’un takriben 160 kişiyi katlettiğinden bahsedilmekte. Bunu yapmak için kullandığı malzemeler elbette tıraş yaparken kullandığı değerli koltuğu ve en iyi dostları olan usturaları. İşi bittikten sonra koltuk bir anda geriye doğru katlanır ve kurbanımız bodrum katına düşer, bir başka deyişle böreklere malzeme olacağı ve pişirileceği yere. Zaten Todd’un yakalanmasına da burası neden olmuştur: Çürümüş et kokusunun yayılması!

  • Ulak 30 January 2008

    Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde.. Biz, Dede Korkut’un hikâyeler yazdığı, bunların zaman akıp gittikçe masallaştığı, dilden dile dolaştığı, uyumadan önce büyüklerimizden masallar dinleyen, rüyalarımızda bu masalların kahramanlarına dönüşen bir milletin çocuklarıyız.

  • Amerikan Gangsteri 22 January 2008

    Film eleştiri ve incelemelerini çok takdir ettiğim, değer verdiğim birisi; “The Untouchables – Dokunulmayanlar‘dan bu yana böylesine güzel gangster filmi izlememiştim” mealinde bir şeyler söylemişti. Bu cümle filme gitmem için yetti de arttı bile.

  • The Golden Compass – Altın Pusula 11 December 2007

    Yine her film yazısından önce yaptığım uyarıyı yapayım: Eğer filmi izlemediyseniz lütfen yazı içeriğindeki bazı detaylar için dikkatli olun. Her ne kadar bu konuda elimden geldiği kadar hassas olmaya çalışsam da illâ ki bazı bilgileri vermeden olmuyor.

    Filmi izlemek için sinemaya gittiğimde bu filme gireceğim kesin olduğu halde nedense gözüm bir ara “Elizabeth: Altın Çağ” filmine takıldı. Durgun olduğunu tahmin ettiğim bu filme aslında sırf Cate Blanchett için bile gidebilirdim ancak dediğim gibi girmedim. Bir yandan da “Kabadayı” filmine takıldım, Şener Şen’i uzun zamandır izlememiştim. Fakat gidilebilecek o kadar çok film var ki, ne yazık ki insan bir tanesini seçmek zorunda kalıyor. Ben bir ‘fantezist’ olduğum için tercihimi Altın Pusula’dan yana yaptım. Tabi ki seçimimdeki tek ölçüt bu olmadı. Filmin kadrosuna baktığımda vasatın üstünde bir liste görmüştüm. Daniel Craig, Nicole Kidman, Eva Green gibi isimler izlemek için bana son derece cazip gelmişti zira üçünün de oyunculuğunu beğenirim. Bir de bunların üstüne zamanında yapılan “sinema tarihinin en yüksek bütçeli filmi” etiketi yapıştırıldığından görmek istedim. O zamanlar bütçenin 260 milyon dolar olacağı söyleniyordu. Ancak sanırım bütçe 250 milyon dolarda kalınca bu rekor şu an 258 milyon dolarla Örümcek Adam-3’e ait. Bütün bunlara ilaveten bir de film yapımını New Line Cinema alınca ortalık daha da şen şakrak olacakmış gibi düşünülüyor. Tüm bunlar bir araya gelince insanın beklentisi yüksek oluyor. En azından benzer kategorideki diğer filmler kadar zevk vermesini ümit ediyor insan. Fakat bu kadar şeye rağmen ortadaki sonuç : Vasat’ın biraz üstü. Devam edelim.

  • Beowulf: Ölümsüz Savaşçı 4 December 2007

    Yine bir film değerlendirmesi yaparken yazı, çok fazla olmasa da dolaylı yoldan film hakkında bilgiler içereceğinden, filmi izlememiş okuyucular için buna dikkat etmelerini hatırlatalım. Beowulf ismini aslında İngiliz edebiyatı ile içli dışlı olanlar ya da o tarafa doğru ilgisi olanlar yakından bilirler.

  • Idiocracy 21 September 2007

    Idiocracy, 2006 yapımı bir Amerikan filmi. Tür olarak komedi olarak geçse dahi daha çok eleştirel komedi demek doğru olacaktır. Filmin giriş kısmında ortaya attığı bir tez var ve sonrasında tüm senaryo bu teze göre şekilleniyor. Buna göre zeka seviyesi yüksek ve birey olmuş insanlar üreme konusunda belirli sıkıntılar yaşıyorlar. Biraz açacak olursak bu insanlar kariyer yapmak ya da modern dünyanın yarattığı psikolojik sorunlarından dolayı çoğalamıyorlar. Hep önlerine bir engel koyup ileri bir zamana atıyorlar. Diğer taraftan zeka seviyesi ortalamanın altında olan (idiot) aptal diyeceğimiz insanlar ise çocuk yapmaya devam ediyorlar. Film buradan bir sonuç çıkarıp gelecekte insanoğlunun zeka seviyesinin ortalamanın çok altında kalacağını ve dünyayı aptalların yöneteceğini savunuyor. :)

    Bu noktada filme bakacak olursak, askeriye 2005 yılında insanları dondurmak üzerine bir deney yapmak istiyor. Böylece çok önemli insanları dondurarak gelecekte onlara ihtiyaç duyulduğunda buzlarını çözmeyi düşünüyorlar. Normalde bir senelik sürece göre düşünülen bu deney için iki ortalama zekaya sahip insan donduruluyor. Ancak unutulan bu iki insan bir sene sonra değil tam 500 yıl sonra 2505 yılında çözülüyorlar. Ve aslında film burada başlıyor. Yukarıda bahsettiğim teze göre bambaşka ve tamamen aptalların yönetiminde olan bir dünyada en akıllı iki kişi olarak uyanıyorlar. Teknolojinin olduğu ama çok değişik şekilde kullanıldığı :) bir dünya. Günümüzde belki çok sık dikkat çekmeye başladığımız dejenerasyonun (özellikle şiddet ve eğilimi) seneler sonra ne hale gelebileceğini gösteren bir dünya. Bana göre Idiocracy mükemmel detaylarla bezenmiş bir film. Genelde birçok Amerikan filminde dünyada kullanılan popüler markaları arka planda görürüz. Idiocracy içerisinde de bildiğiniz birçok markayı arka planda çok farklı bir şekilde görüyorsunuz. Özellikle Starbucks :)

    Filmin yönetmeni ve senaryo sahibi, daha önce MTV televizyonunda yayınlanan Beavis & Butthead’in yaratıcısı Mike Judge. Yazının devamında filmin yukarıda bahsettiğim tezini anlatan muhteşem girişini izleyebilirsiniz.

  • Shrek 3 ve Linux 13 June 2007

    DreamWorks Animation CG film yapımının sınırlarını Linux ile zorluyor.

    Tüm büyük film stüdyoları animasyon ve görsel efektler için Linux kullanmakta. Belkide hiçbir ticari Linux kurulumu DreamWorks Animation’ın 1000 Linux masaüstü ve 3000’den fazla sunucu CPU’su kadar büyüklükte olmamıştır.

    DreamWorks Animation CTO’su Ed Leonard, “Shrek-3 filmi yapımında, yaklaşık 20 milyon CPU render saati harcayacağız” diyor. “Her filmimiz imkanlı olanın sınırlarını zorlamaya devam ediyor ve bu daha fazla bilgisayar gücü gerektiriyor”. Herkes Moore’un Kanunu’nun tahminini bilir; işlem gücü her yarım senede bir 2 katına çıkacak. Bunun küçük bir çıkartımı olarak karikatür animsayon CPU render saati her 3 yılda bir 2 katına çıktı. 2001 yılında orijinal Shrek filmi yaklaşık 5 milyon CPU render saati kullandı. 2004’te Shrek-2 10 milyon render saatinden daha fazlasını kullandı. Şimdi 2007’de, Shrek-3 20 milyondan fazla CPU render saati kullanıyor.

    “Herhangi bir zamanda, bir düzineden fazla film üzerinde çalışıyoruz” diyor Leonard. “Bu filmlerden her biri CG film yapımının sınırlarını zorlama isteğine sahipler.” DreamWorks Animation 2/3’ü Glendale stüdyolarında, geri kalanı Redwood City’deki PDI stüdyolarında olmak üzere yaklaşık 1200 çalışana sahip ve iki stüdyo birbirne 2Gb ağla bağlı. (Şunu hatırlatmak gerekirse, DreamWorks Animation Jeffrey Katzenberg tarafından kurulan halka açık bir ticaret şirketidir, Steven Spielberg’in yakın zamanda Paramount ile birleşen Dreamworks’ü ile bir bağlantısı yoktur.)

    “Filmde saçlar, giyisiler, kostüm ve kalabalık gibi konularda bir çok belirli teknik gelişme var.” diyor Leonard. Shrek-3 için PDI’de 300 ve Glendale’de 50 olmak üzere 350 insan çalışmakta.

  • Karayip Korsanları:Dünyanın Sonu 3 June 2007

    Dikkat bu yazı filmin içeriği hakkında bilgiler barındırır. Eğer filmi izlemediyseniz okumaktan vazgeçebilirsiniz!

    Evet, yaklaşık bir hafta önce gösterime giren filme ancak dün gidebilme fırsatı buldum. Haliyle hem bir Karayip Korsanları hem de Johnny Depp hayranı olduğumdan bu film hakkında yorum yapmadan dayanamazdım. Buyurun hem yorum hem birkaç fazladan bilgi.

  • İstanbul Amatör Tiyatro Günleri 4 May 2007

    İATG 2007 ile tiyatro severlere yeniden merhaba! İstanbul Amatör Tiyatro Günleri (İATG) bu yıl “üniversitelerde tiyatro”, “çocukların ve gençlerin tiyatrosu” ve “kültürel çoğulculuk bağlamında tiyatro” başlıklarıyla üç bölümden oluşan ve bir aya yayılan uzun soluklu bir şenlik olarak tasarlandı.