Pandora’nın Kutusu
Kültür YaşamTelevizyonda yönetmeni Yeşim Ustaoğlu’nun ve başarılı oyuncusu Derya Alabora’nın söyleşisini izledikten sonra haberdar olduğum “Pandora’nın Kutusu”na bugün gitme imkanı buldum.
Yazıya, öncelikle 1918 doğumlu Fransız oyuncu Tsilla Chelton‘a (Nusret) duyulması gereken saygıyla başlamakta fayda var. 1918!!! Ve hala süregelen bir oyunculuk enerjisi ve başarısı… Oyuncu, kendi ölümünü görmüş, hayal etmiş, yaşamış ve sanki film setine tekrar dönüvermiş. Bir Alzheimer hastasının ta kendisi olmuş. Bakışları, konuşmaları, mimiklerinden beyaz saçına kadar herkesin geçmişinde, geleceğinde, ailesinde, komşusunda rastlayacağı bir anneanne ya da babaanneye dönüşmüş.
Buradan sonrası Pandora’nın Kutusu filmi hakkında spoiler tabir ettiğimiz bilgiler içermektedir.
Nusret Teyze, biraz fazlaca görmüş olmasından olacak, artık görmek istemiyor. Yaşını almış çoğu insanın kabullenme duygusu ve doğa sevgisine sahip olmuş. Son derece ağır bir hastalık olan Alzheimer hastası olmasına rağmen, bende hiç bir şekilde hasta izlenimi yaratmadı. Nusret Teyze, aslında istediği gibi, ya dağının peşinden ya da denizin peşinden ya suyun peşinden gidip doğaya karışmalıydı başından beri. Bu “yalnız” sayılacak ölüm, kızı Nesrin’e (Derya Alabora) de acımasız gelmiş olacak ki, kardeşleriyle birlikte onu girdiği yoldan çevirmek istiyor.
Filmde en çok toparlayıcı olmaya çalışan karakter olan Nesrin’in fazlaca üstüne gidilmiş. Haklı olarak ortaya çıkmayan oğlu Murat (Onur Ünsal) için son derece kaygılı. Üstüne üstlük ne kendi ilişkisinde kaybolan kızkardeşi Güzin (Övül Avkıran) ne de boşluktan nasibini almış erkek kardeşi Mehmet (Osman Sonant) içini rahatlamada biraz olsun yardım etmeye istekli. Nesrin hep kişileri çevresinde ve hükmünde tutmaya çalışmakla suçlanıyor. Oğlu, kardeşleri ve son olarak da hasta annesi tarafından.
Filmde sorumsuz genç olarak izlediğimiz Murat, gizli bir kodlama ile aslında ne yapılması gerektiğini seziyor. Birileri iş güç, yaşam kaygısı ile istemediği ve kendisine ters gelen şeyleri yapmak zorunda kalırken, Murat hiç bir şeye sahip olmayıp bir boşluğun içinde dolanmanın daha asil olduğuna karar vermiş olacak ki, çok da sorunlu görünmeyen ailesini terk ediyor ve daha sonra düzensizliği ve umursamazlığı kendine daha uygun olan dayısının yanına yerleşiyor. Sorumluluk duygusundan tamamen uzakken, bir gün birden anneannesiyle tanışıyor ve yaşlı ruhu, bir arkadaş ediniyor. Hayatında belki ilk kez özgürlüğünden fedakarlık edip, birisi için bir şey yapmaya yanaşıyor ve anneannesi için iyi olacak şeyi bildiğinden onu olmak istedikleri yere götürüyor. Yine dağların, yeşilliğin ve gökyüzünün içine…
Bir taraftan hiç bir şey yapmayan Mehmet, bir taraftan kendini yaşadığı ‘muhtemel’ yasak ilişkisinin yoruculuğundan kurtaramayan Güzin, bir taraftan sorumlulukları ve evliliğinin sıkıntılarının üstesinden gelemeyen Nesrin kendi dertleriyle boğuşurken, sorumsuz görünen Murat, sessiz sedasız hayatın en yavaş ama en mutlu geçtiği yere varıyor. Bir anlamda yaşlılığa, bir anlamda yapacak bir iş bulmaya, bir anlamda doğanın saf gücüne erişiyor. Israr etmekle, yeniden eğitmekle yıpranmış bir hafızanın yeniden yer bulacağına inanmıyor. Bunun yerine sarılmayı, sakin olmayı, kabul etmeyi ve arkadaş olmayı deniyor. Gerçekten de bunu anlayan Nusret Teyze’nin mutlu bakışları, gülümseyişi geri geliyor ve huysuz inadı kırılıyor. Öyle ki Murat ateş yakmak için yardım istediğinde, Nusret Teyze ne yapacağını bilmemesine rağmen, rahat döşeğinden kalkıyor ve yardım etmek istiyor. Huysuzlanmamasının nedeni de kendi çocuklarının aksine, kendisini anlayabilmiş ve isteğine nihayet saygı duymuş birinin olduğunu hissetmesinden kaynaklanıyor. Ve nihayet Murat, büyüklerinde olmayan bir bilinçle onu özgür bırakıyor. Çünkü biliyor ki, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, anneannesi dağlara çıkıp pür özgür olmayı seçecek; kapı her açık olduğunda dağlara çıkacak. Belki yaşamına son vermek, belki de kendisinin dediği gibi unutmak için.
Elbette ki yaşlılara sahip çıkmak, onları huzurda bulundurmak ve onlara bakmak çok güzel ve özel bir şey. Fakat bunu mecburiyetten ya da sevgisiz yapacaksak; bari Güzin gibi bencilliğimize, Nesrin gibi hırsımıza ve Mehmet gibi tembelliğimize yenilmeyelim. Böyle bir bakım çabasındansa, yaşlıları belki son isteği sayılacak isteğinde özgür bırakmak ilk bakışta acımasızlık gibi görünse de; aslında üst bilince daha uygundur. Sorumlu görünen Nesrin öfkesine yenilirken, sorumsuz görünen Murat çok huysuz olması beklenen anneannesiyle gayet güzel bir dostluk kurabilmiştir. Bunu da zorunluluktan değil, ilk defa değerli bir şey bulduğundan ve ilk defa sınırlamayla karşılaşmadığından yapmıştır.
Bu yüzden insanlara varmaya yol ararken ya da onları denerken, dayatmalarla gitmeyelim; sunduğumuz özgürlük, bizi de özgürleştirecektir.
Pandora’nın Kutusu özellikle ruhu genç olanlar tarafından izlenmeli ve dilerim ki ruhu genç olanlar, Murat’ın yaşlılığına kavuşsunlar.